bugün

sevdiği entry'ler

saatleri ayarlama enstitüsü

"ben aşktan daima kaçtım.hiç sevmedim. belki bir eksiğim oldu. fakat rahatım. aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. şu veya bu şekilde.. fakat daima ödersiniz… hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz."

ahmet hamdi tanpınar

oruç aruoba

"KENDi OLARAK SANA GELEN

Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
O, işte..."

oruç aruoba

"özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin

özlem, gidip görememendir;
ama gidip görmek istemen

özlediğin, gidip görmek istediğin
ama gidip göremediğin

özlem, gidip görmek istemen-
ama, gidememen, görememen;
gene de, istemen"

ali lidar sözleri

Sonra özlüyorsun işte...
Onunla çok şey yaşamış da olsan,
henüz hiçbir şey yaşamamış da olsan,
bir gün öncede görsen,
hiç görmemiş de olsan,
çörekleniyor içine o melun his...
Tarifi zor...
Hani anlatmaya üşeniyorum derim ya bazen;
Aslında o gerçek bir üşenme değil...
Ne kadar uğraşırsam uğraşayım anlatamayacağımı bildiğimden,
kendi kendime uydurduğum bir savunma mekanizması sadece...

şuan ne olmasını isterdin

Kaybolmak.

sakızım düştü

--spoiler--
basarsan alırsın'lı koşu yoluma at'lı klasik bir maçtı. terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. o kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine dogru artistik çalımlar eşliginde ilerledigi bi anda topu kaptırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittigimizi resmileştiren golü izlemiştik. karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildigi gibi normal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın takımın kaptanının topu tutup havaya rastgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşagıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik.

kaleye doğru gidip ''ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. sen bas! kıran kırana oynuycaz'' diyerek ittim denyo kalecimizi. tecrubeli bir file bekçisi gibi direge yaslanarak taktikler veriyordum takımıma . ama kimse beni dinlemiyordu. umursamadım bagırmaya devam ettim. yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. eski kalecimizle göz göze geldik. çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki salak ben degilmişim gibi millete ileri gitmesi için bagırarak degaj çektim ama ileri dogru gitmesi gereken top, ayagımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. zalim top, rakip takımın sanraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayagının içinde yerini bulmuştu. üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. her şey boka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. tırstım... top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken götümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. sanki topu tutmuş gibi oldum. ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. biraz zıbardıgımdan reflesksel olrak hareket ettigim için, biraz da benden başka kimse olmadıgı için topu ayagıma alarak şık hareketlerle ilerledim. orta sahayı geçince ''oluyo lan'' diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. diziyordum resmen lavukları. ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. mücadele uzayınca yere düştümyerde oturarak çalıma giriştim. yine siz sevgili okurlarımın bildigi üzre yere oturarak yapılan mücadele , mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır.

tam o sırada çocukluk arkadaşım, canyoldaşım, hemşerim, biricik dostum namık'ı gördüm. ben ağzım açık oturdugum yerden namık'a bakarken top ayagımdan alındı ve yine golü yedik. gol tanıdık, rezillik tanıdık ama namık farklıydı. adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımıkurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. top sahibi bayıra ben namık'ın yanına koştum. yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. garip bir şeyler oluyordu. bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. karşılıklı konuşmadan çignedik bi müddet. ''biz bugün köye gidiyoruz. üç ay yokuz'' dedi. sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bişeylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttugunu anladım. sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. en yakın arkadaşım çok yabancı geliyordu lan! iyiydik lan. nereden çıktı bu köy'' demek istedim. sonra anne baba ve kardeşi geldi. bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşşagıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış namık. arkasından bakakaldım. boğazıma bir şeyler düğümlendi. ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. top bayıra doğru gitsin istedim ama namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. s.keyim böyle hayatı dedim.

çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisligi anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdigim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. kız arkadaşımla beşiktaştaki çay bahçesinde oturuyorduk. namık ciddiyeti vardı suratında. ben '' bi çay daha içer misin'' diyecekken söz girdi ve ''ben gelecegimi düşünmek zorundayım umut. kusura bakma'' dedi. iyiydik lan demek istedim diyemedim. gidişini izledim. ''artık kaşar oldum, bi daha hissetmem'' derken bu sefer asker ocagına sigarayı bırakmaya çalıştıgım sıralarda yakaladı beni duygu.telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. iyiydik lan diyebildim bu sefer. telefonu kapattım. ağladım, çok ağladım. ağlarken sakızım ağzımdan düştü. ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.''
--spoiler--

sakizim dustu

''Basarsan alırsın ''lı ''Koşu yoluma at ''lı klasik bir maçtı. Terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. Takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. O kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine dogru artistik çalımlar eşliginde ilerledigi bi anda topu kartırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittigimizi resmileştiren golü izlemiştik. Karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. Sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. Böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildigi gibinormal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın takımın kaptanının topu tutup havaya rastgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşagıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik. Kaleye doğru gidip ''Ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. Sen bas! Kıran kırana oynuycaz'' diyerek ittim denyo kalecimizi. Tecrubeli bir file bekçisi gibi direge yaslanarak taktikler veriyordum takımıma . Ama kimse beni dinlemiyordu. umursamadım bagırmaya devam ettim. Yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. Eski kalecimizle göz göze geldik. Çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki salak ben degilmişim gibi millete ileri gitmesi için bagırarak degaj çektim ama ileri dogru gitmesi gereken top, ayagımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. Zalim top, rakip takımın sanraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayagının içinde yerini bulmuştu. Üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. Her şey boka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. Tırstım... Top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken götümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. Sanki topu tutmuş gibi oldum. Ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. Biraz zıbardıgımdan reflesksel olrak hareket ettigim için, biraz da benden başka kimse olmadıgı için topu ayagıma alarak şık hareketlerle ilerledim. Orta sahayı geçince ''Oluyo lan'' diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. Diziyordum resmen lavukları. Ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. Mücadele uzayınca yere düştümyerde oturarak çalıma giriştim. Yine siz sevgili okurlarımın bildigi üzre yere oturarak yapılan mücadele , mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır. Tam o sırada çocukluk arkadaşım, canyoldaşım, hemşerim, biricik dostum Namık'ı gördüm. Ben ağzım açık oturdugum yerden Namık'a bakarken top ayagımdan alındı ve yine golü yedik. Gol tanıdık, rezillik tanıdık ama Namık farklıydı. Adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımıkurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. Elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. Oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. Top sahibi bayıra ben Namık'ın yanına koştum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. Garip bir şeyler oluyordu. Bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. Karşılıklı konuşmadan çignedik bi müddet. ''Biz bugün köye gidiyoruz. Üç ay yokuz'' dedi. Sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bişeylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttugunu anladım. Sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. En yakın arkadaşımçok yabancı geliyordu lan! '' iyiydik lan. Nereden çıktı bu köy'' demek istedim. Sonra anne baba ve kardeşi geldi. Bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşşagıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış Namık. Arkasından bakakaldım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim Sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. Top bayıra doğru gitsin istedim ama Namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. Bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. S.keyim böyle hayatı dedim.

Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisligi anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdigim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaştaki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben '' Bi çay daha içer misin'' diyecekken söz girdi ve ''Ben gelecegimi düşünmek zorundayım Umut. Kusura bakma'' dedi. ''iyiydik lan'' demek istedim diyemedim. Gidişini izledim. ''Artık kaşar oldum, bi daha hissetmem'' derken bu sefer asker ocagına sigarayı bırakmaya çalıştıgım sıralarda yakaladı beni duygu.Telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. ''iyiydik lan''diyebildim bu sefer. Telefonu kapattım. Ağladım, çok ağladım. Ağlarken sakızım ağzımdan düştü. Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.

umut sarıkaya

günün şiiri

turgut uyar'dan gidelim.

"bütün pencerelerde bekleyen benim,

ve

o çalmayan bütün telefonlarda,

aylardır konuşan da.

kabul.

bir kez yolda karşılaşalım,

onunla da avunacağım.

adımı sesince duymaktan vazgeçtim,

sesini duysam, susacağım.

yel esiyor ama

değirmen dönmüyor.

kuraklık bu,

adın ekmeğe dönüşmüyor. "

"yanyana olduk mu, el ele

aç kalsak ağlamayız, biliyorum.

bir bozuk saattir yüreğim

hep sende durur biliyorum... "

kosmos

Muhteşem insan Reha Erdem'in muhteşem filmi.

--spoiler--

Senin adın neptün olsun benim de kosmos. Sol elin başımın altında olsun. Sağı da beni kucaklasın.

Yüreğim şimdi parmaklarımdan damlayacak.

--spoiler--

hayat

bazı şeyler bana gelir ve bazıları

bazı şeyler benden gider ve bazıları

bazı şeyler değişir

ve

bazıları

da.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

Filmin ilk sahnesinde kendimi gördüm resmen.

Buruk bir gülümseme belirdi yüzümde. dışarıdan bakıldığında nasıl görüldüğümü farkettim. Cidden çekilmez bir adam profili.

filme dönersek tekrar, son söylediğini çoook daha önceleri söylemeliydin arif. Senin çayın içilmeyecek kadar soğuk hale geldiğinde film yarılanmamıştı bile aslanım. Hayat, boşa bir saniye dahi geçirilmeyecek kadar kısa zira.

(bkz: baktın olmuyor takmayacaksın)

Son olarak resmen hayatımı şu sözlerle özetlemiş filmdir.

- o kadar uzun zamandır beraberdik ki, evlenmesek ayrılacaktık gibi bir duygu oluştu.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

bir gecede kolayca bitirebileceğiniz ihami algör kitabı. çok fantistik. arka kapağındaki yazı mükemmel. bulduğumda entry'i editlicem.

arka kapak:

--spoiler--
böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, spartakus kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, sadri alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. o ağladıkça ben de ağlardım. nedenini bilmez ağlardım. ağladıkça sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.
--spoiler--

dönüşüm

görsel

geceler

yeterince gece oldu, artık sessizliği sonuna kadar açabilirsiniz.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

ilhami algörün bir romanı.

Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...

ben bu yazıyı sana yazdım

"eskiden mükafatı olan her şeyin şimdi bedelini ödüyoruz.
gri sabahlar dolaşıyor tepemizde. sabahlar tepemizde, geceleri ayaklarımız altına almışız.
ne çok şeyi ayaklarımızın altına alıyoruz, pek az şeyin yeri başımızın üstünde.

geceleri sevmek herkese nasip olmaz diyor tanrı. kimse duymuyor onu. gönderdiği vahiyler, gönderilene pek ulaşmıyor. muzdaribiz.
bazen aşık oluyoruz, bazen nefret ediyoruz, bazen ikisi birden oluyor.
meşguliyetlerimizi kendimiz belirlediğimiz sürece özgürüz. birine aşık olmak da buna dahil, birinden nefret etmek de.

bir şeylerin külünün izi kalmış gömleğimizde, uzanıp silkelemiyoruz. sert bir rüzgara ihtiyacımız var, şemsiyelerimiz hep tersine dönük.

güzel gözlü kadınlara şiirler yazıyoruz, okumuyorlar. güzel gözlü kadınlar, güzel gülen kadınlar, güzelliklerinin farkındalar. çirkin adamların onlar için yazdıkları umurlarında olmuyor. çirkinlik hala fiziksel. bu değişmeli.

-bütün bu meşguliyetlerin arasında ben, seni seviyorum frida. ara sıra birayı şişesinden içerken havaya kalkan burnun geliyor aklıma. tanrı böyle bir gezegen yaratmadı henüz. böyle bir şiire ilk kez denk geliyorum, kalkıp gidebiliyor oturduğu masadan..

-sığındığım yerler var, keşfedilmesinden korktuğum. başımı ellerimin arasına alıyorum.
gitarın tellerine vuruyorum ara sıra. bazen resmini koyuyorum karşıma. konuşmuyorsun frida, küs müyüz?

-görüyorum, hala bir yerlerde gülüyorsun yeşil yeşil. bu ormanları gözlerine sığdıran tanrı, beni seninle yan yana yürütemiyor mu? sadece soruyorum.
-sadece soruyorum tanrım. bak bu frida, bunu sen yarattın. adaletini sorgulamak gibi olmasın ama tanrım, beni de sen yarattın.

*yollara düştüğüm gecelerden geliyorum. özlediğim yerlerden. bilmediğim yerlerden, gitmek istediğim yerlerden, bayram sabahlarından, otogarlardan, tren garlarından, havalimanlarından, kavuşulan yerlerden, konuşulan yerlerden, gülüşülen yerlerden, şarap kadehlerinden, rüzgarda savrulan perdelerden, soğuk biralardan, filmlerden, sevilen müziklerden.. arkamı dönüyorum,
senin kapın.

kapalı..."